Adalet ve Mücadele Üzerine Yazılar

Adalet ve Mücadele Üzerine Yazılar

Devamını Oku »

Kitap Adı: Adalet ve Mücadele Üzerine Yazılar
Yayınevi: Boran Yayınları

Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız


Halkın Sesi Kütüphanesi İçin Tıklayınız


ÖNSÖZ

„Avukat ölse mezarında hak arar…“

Böyle demişti sevgili Ebru; hak aramak için, hak yolunda, adalet yolunda birgün ölümüne kavgaya gireceğini bilerek. Aslında o başından beri böyle bir kavganın içindeydi zaten. Halkın avukatıydı çünkü O. „Halk ekmek, adalet ve özgürlük için dövüşürken, biz onların sadece avukatları olamayız, çünkü biz de onlardan biriyiz“ diyerek bu mücadelenin içinde, ortasında hatta yeri geldiğinde önünde olan, olması gereken halkın avukatlarından biriydi. Gözünü budaktan, yüreğini kavgadan esirgemeden atılmıştı ezilenlerin, yoksulların hak ve özgürlük için, ekmek ve adalet için kavgasına. Günü gelip de kavga bedel istediğinde canını da esirgemedi kavgadan. Canıyla ödedi bedeli. Öldü ve mezarında hak aramaya devam etti; hala da devam ediyor…

Bir de henüz ölmeyen, henüz öldüremedikleri „cübbeli teröristler“ vardı. Ebru’yu katledenler onları da -adına hapishane dedikleribeton mezarlara canlı canlı gömmüşlerdi . Onlar da o beton mezarlarda hak aramaya devam ettiler, ediyorlar. Tıpkı Ebru gibi… Adlarına da “Özgür Tutsak Avukatlar” diyorlar.
Elinizdeki kitapta yazılanlar işte onların, Özgür Tutsak Avukatların kalemlerinden, yalnız kalemlerinden değil yüreklerinden dökülenlerden oluşuyor.

Onlar için avukatlık ellerinde çanta, dillerinde riya, omuzlarında cübbe ile ürsüde eğilip bükülerek iki kelam etmekten; sıcak bürolarında, deri koltuklarında oturup iki satır arzuhal yazmaktan öte bir şeydi. Değil cübbelerinde ilikleyecek düğme aramak, yeri geldiğinde canlarını cübbe eyleyip yüreklerini orta yere koydukları bir şey... Halkın avukatıydı onlar...

“Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine, Hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, Yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
Yel değirmenleriyle dövüşülecek…“

Böyle diyordu Nazım Usta; bundan yüzyıllar önce, 50’sinde uyup yüreğinde çarpan akla yanında Rosinant’ı ve Sancho Panza’sıyla güzelin, doğrunun ve haklının fethine çıkan, zamane zorbaları sandığı yel değirmenleriyle kavgaya tutuşan Don Kişot’u anlatırken.

Onlar, yani halkın avukatları da yüreklerinde çarpan akla uyup bugünün yel değirmenleriyle, kollarını açıp üstümüze üstümüze gelen zamane zalimleriyle kavgaya girmişlerdi bir kez; ve “kavga dedikleri gibi amansız, kavga dedikleri gibi destansıydı; yolu yoktu gayrı, sonuna kadar gidilecekti...

İşte bu kitapta okuyacağınız satırlar da bu destansı kavgada zamane Don Kişotlarının, halkın avukatlarının zamane yeldeğirmenlerine savurduğu mızraklardan, onların saldırılarını savuşturmak için kullandıkları kalkanlardan başka bir şey değil…

“Dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere birisinin suratına atılan tokadı kendi suratında hissetmeyen kişinin insanlığından şüphe ederim” diyerek yüreğindeki akla uyup alnında yıldızlı beresiyle güzelin, doğrunun ve haklının fethine çıkan bir başka Don Kişot vardı bundan onyıllar önce. Adı Ernesto Che Guevera’ydı. Herkes Che diye bilirdi onu… Tüm ezilen halkların, yoksulların Che’siydi O. Onlar, halkın avukatları da Che’ye uyup ülkenin, dünyanın herhangi bir yerinde haksız yere suratlara atılan bütün tokatların acısını -suratlarında değilyüreklerinde hissedip o tokadın hesabını sormak için atıldılar bu kavgaya. 

“Evladını yitirmiş analar için… Şafak söktüğünde yollara dizilip, gecekondu sokaklarında çamura, toza bulananlar için… Alnından akan terle toprağı işleyenler, bir dilim ekmek için, gün doğumuyla gün batımını kör, karanlık mahzenlerde yitiren işçiler için… Gökkuşağının renkleriymişçesine birbirlerini tamamlayan halk için…”

Adliye koridorlarından meydanlara, direniş alanlarına; mahkeme salonlarından karakollara, hapishanelere; savunma kürsülerinden hastane önlerine, morg kapılarına kadar halkın, müvekkillerinin olduğu her yerdeydi onlar. Müvekkilleri neredeyse ordaydılar, haklarını savunmak için. Halk neredeyse, halkın yüreği nerede kanıyorsa, canı nerede yanıyorsa oradaydılar. Halkın kanayan yaralarına merhem olmak, yanan yüreklerine bir damla su serpebilmek için…

Değil mi ki bunun için beton mezarlara gömdü onları zamene zorbaları, değil mi ki bunun için duvarların arkasına hapsettiler onları; o halde başka yolu yoktu, beton mezarların içinde, duvarların arkasındaki dünya için dövüşülecekti artık.

“Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla...” dememiş miydi Nazım Usta yaşamaya dair; onlar da öyle yaptılar. Dört duvarı yol eyleyip fethine çıktılar güzelin, doğrunun ve haklının...

Halkın Avukatı Günay DAĞ

0 Reviews