Savunmalar - Kendi Adımıza Asaleten Ezilenler Yoksullar Adına Vekaleten

Savunmalar - Kendi Adımıza Asaleten Ezilenler Yoksullar Adına Vekaleten

Devamını Oku »

Kitap Adı: Savunmalar - Kendi Adımıza Asaleten Ezilenler Yoksullar Adına Vekaleten
Derleyen: Barkın Timtik
Yayınevi: Boran Yayınları 


Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız


Halkın Sesi Kütüphanesi İçin Tıklayınız




Halkın Hukuk Bürosu; adını aldığı müvekkilin, Halkın, adalet mücadelesi için çalışan bir hukuk kurumu. Her kurum gibi, elbette önce insanlar bir araya geldiler. “Demokrasi Mücadelesinde Avukatlar” adıyla çalışırken bir politik hukuk bürosu oluşturmaya karar verdiler. Akla önce “Demos” hukuk bürosu geldi, isimleri faaliyetlerini yansıtmalıydı. Büro kime hizmet edecek, kimin tarafını tutacak, nasıl bir büro olacaksa ismi de ona uygun olmalı. Nihayet Halkın Hukuk Bürosu doğdu.
Kendilerini halkın sadece avukatı değil, “halkın çocukları” olarak tarif ettiler. Halkın geleceği, adalet ve onur mücadelesi için, halkın içinde çalışmaya başladılar.

Halkın Hukuk Bürosu, kurulduğu 1989 yılından bu yana, avukatlığı para kazanılacak bir meslek olarak görmedi; büro hiçbir tarihte ticarethaneye dönüşmedi.

Yeni bir aydın, yeni bir hukukçu tipi yaratmayı amaçladı. Örgütlü, kendisini halkın bir parçası, onun mücadelesinin bilinçli bir temsilcisi ve neferi gören avukata ihtiyaç vardı. Elbette ilk değillerdi, olumlu örnekleri sahiplendiler, geliştirdiler. Ama 12 Eylül sonrasında ve belki hemen öncesinde, avukatlık pratiği köklü bir gelenek yaratacak güçte, seviyede değildi; avukatlar halkı benimsememiş, mücadelenin ihtiyaçlarını kavrayamamıştı.

12 Eylül Cunta yargılamalarındaki tutuklu ailelerinin avukatlar hakkındaki anlatımları şöyledir;
“Metriste sık sık görüşlerimiz kesildiğinden, böylesi günlerde avukatları dolaşır, “Biz görüşemiyoruz, bari sizler gidin, en azından sorunlarını öğrenin.” diye rica ederdik. Gitmedikleri halde gittik diyenler oldu, hem de sıkça... Gitmediklerini daha sonradan öğrenip kendilerine söyleyince türlü bahaneler uydururlardı... Evet, avukatların büyük bir çoğunluğu Türkiye’nin ödlek, basit çıkarlar peşindeki ‘aydınlar’ının bir parçası durumundaydılar. Gerçek bir aydın, hukukçu kimliğine sahip olmaktan, haksızlıklara, zulme karşı mücadele etmekten hep uzak duruyor, tehlikesiz ama kendilerini “şöhret” yapabilecek işler peşinde koşuyorlardı. Yüzlerindeki sahte ilericilik maskelerini yakından gördük ve öğrendik.”

Halkın Hukuk Bürosu (HHB) örgütsüzlüğün esas olduğu bu olumsuz tablo içerisinde kurulmuştur. Dönemin en büyük yargılamalarından birisi olan 1243 sanıklı Devrimci Sol ana davasının savunmasını üstlendiler. Savunmayı hazırlayan avukatların bir kısmı yeni mezun olmuş, bir kısmı henüz stajyer avukattı. Davanın yüzlerce sanığı, idam istemiyle yargılanmalarına rağmen, avukatların sorumluluklarına uygun davranacaklarından şüphe duymadılar. Tâbiri câizse geleceklerini bu genç avukatların eline teslim ettiler.

305 sayfalık “Avukat Savunması” şöyle başlıyordu:
“Devrimci Sol Davası savunmasını üstlenen biz avukatlar; birkaç söz söylemek istiyoruz. Önce şunu belirtelim, Türkiye’nin en büyük ve önemli siyasî davalarından biri olan Devrimci Sol Davası’nın savunmasını üstlenmekten onur duyuyoruz. Bizlere Hukuk Fakültesi’nde sürekli hukuk-hukuk dışı, haklı-haksız, kanunilik-meşruluk, kavramları öğretilmeye çalışılırdı. Ama bunlar o yıllarda soyut kalıyordu. Belki de bu davanın savunmasını üstlenmeseydik bu soyutluk sürecekti. Ne zaman ki Devrimci Sol siyasî dava sanıklarının savunmalarını üstlendik; işte o zaman bu kavramlar bir anlam ve bir somutluk kazanmaya başladı. Bu davada bir müvekkilimiz, siyasî mücadelenin kişiyi olgunlaştırdığını ve tecrübesini artırdığını söylemişti. Siyasi bir dava ile uğraşmak da bir avukatı olgunlaştırıyor ve tecrübesini artırıyor. Çünkü, avukatlık mesleği artık insan olma bilincinden sonra geliyor, hukukçu sorumluluğu artıyor. Ve elbette, sorumluluğun yarattığı bedelin boyutu da yükseliyor. Evet sayın yargıçlar; Bu dava siyasal davadır. Siyasal dava ise siyasî amaçlıdır ve taraflar vardır. Bir taraf kurulu düzeni savunur, diğer taraf düzeni yadsır. Bu durum, savunma makamına da tarihsel bir sorumluluk yükler. Bu nedenle savunmanın da siyasî bir kişiliği olmak zorundadır.”


Bu başlangıçtı.
Bundan böyle, sadece siyasî davalarda değil, haksız olarak işten atılan, direnen işçiler; grevli-toplu sözleşmeli sendika mücadelesi veren memurlar; YÖK cenderesi altında kışla disiplinine sokulmak istenen öğrenciler; kondusu üzerine yıkılmak istenen gecekondu halkı; hapishanelerde kimlik ve onur mücadelesi veren devrimci tutsaklar; çocukları işkence gören, gözaltında “kaybedilen”, katledilen aileler omuz başlarında Halkın Hukuk Bürosu’nu gördüler. HHB’nin hedefi, daima alanında daha güçlüyü, güzeli, daha iyiyi yaratmak oldu.

Büro Avukatları; eskimiş, çürümüş, yoz, anti-demokratik pozitif hukuku hiçbir zaman savunmadı. İçinde yaşadıkları toplumun gerçekliklerinin, halkın yaşadığı sorunların ve hukukçu kimliklerinin bilincinde olarak, yürürlükteki burjuva hukukuna, halkçı-devrimci değerler temelinde karşı çıktı. “Hukuk, halkın çıkarını savunmalıdır. Hukuk ezen ezilen mücadelesinde ezilen halkımızın tarafında olmalıdır.” dediler.

HHB avukatları genç ve deneyimsizlerdi, belki sayı olarak azlardı; ancak kısa sürede siyasî mücadele ve siyasî davalar sayesinde deney ve birikimleri arttı, olgunlaştılar. Sayı olarak büyük bir artış gösteremeseler de bürodaki nitel dönüşüm açıkça siyasî iktidarı ve onun polisini rahatsız etmeye başladı. Çünkü artık HHB, verdiği hukuk mücadelesiyle, haklar ve özgürlükler alanında tüm Türkiye ve dünya kamuoyuna misyonunu ve gücünü kabul ettirmişti.

Büro, haksızlıklar karşısında sessiz kalmadığı gibi; mahkemelerin politik niteliğini sergilemekten, işkenceyi-işkencecileri teşhir etmekten, örgütlenme, düşünce, basın özgürlüğüne yapılan hukukî saldırıları göstermekten, savunma hakkının sınırlanmasına, ortadan kaldırılmasına karşı çıkmaktan, F tipi hapishanelerde devrimci tutsaklara uygulanan tecrite karşı mücadele yürütmekten, mahallelerde yıkımlara karşı direnen halkın mücadelesine katılmaktan, işçilerin mücadelesine katılmaktan, bir an için bile geri durmamış, tereddüt duymamıştır. Elbette ülkemiz gerçeğinde böyle bir misyonu sahiplenmek bedeller istiyordu. HHB avukatları müvekkilleriyle görüş için gittikleri şube kapılarında, hatta bazen özel olarak kurulmuş mahkemelerin koridorlarında tartaklandılar, hakarete uğradılar.

Hapishanelerde keyfi gerekçelerle, onur kırıcı üst ve çanta aramalarıyla görüş hakları engellenmek istendi. Sayısız defa gözaltına alındılar, işkencelerden geçirilip tutuklandılar. Telefonlarda ölümle tehdit edildiler. Haklarında olmadık gerekçelerle davalar açıldı. Tek tek gözaltılarla, işkencelerle, tutuklamalarla Halkın Hukuk Bürosu’nu susturamayanlar, çeşitli davalar açarak susturmayı amaçladılar. Halkın Hukuk Bürosu hiç bir saldırı karşısında susmadı. Ve hiçbir zaman tek tek bireyler olmadı. Kurumsal bir gelenek ve anlayış yarattı.

“Bizler kendimizi savunacak avukat bulamazken, onlar hukuk büroları kuruyorlar.” diyen eski İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in açıklamaları unutulamaz.

Bu büronun avukatları nezdinde yarattığı hukukî ve siyasal gelenek, her zaman siyasal iktidarlar tarafından susturulmak istenmiştir. Son olarak18 Ocak 2013 tarihinde sabahın dördünde HHB bir kere daha saldırıya uğradı. Büro çalışanları işkenceyle gözaltına alındı, sekiz büro avukatı tutuklandı, iki avukat hakkında yakalama emri çıkarıldı.

Ülkemizde adalet terazisinin bozuk olduğunu en iyi devrimci avukatlar bilirler. Bu nedenle HHB sadece halkı ve devrimcileri yargılamaya çalışan, egemenlere ve zenginlere tek söz edemeyen, katliamları onaylayan, işkencecileri beraat ettiren mahkemeleri hiçbir zaman meşru görmemişlerdir. HHB avukatları, yargının yeni sömürge tipi faşizmin işlevsel kurumlarından bir tanesi olduğunu, hem tarihe, hem Türkiye ve dünya halklarına; hem mahkeme kürsülerinden hem  de bulundukları her mevziden açıkça ilan etmiş, hukuk ve  adalet mücadelesini mahkeme salonları içine hapsetmemiştir. Mitinglerde, direniş alanlarında, mahallelerde, hapishane kapılarında, üniversitelerde, demokratik kitle örgütlerinin eylemlerinde yerini almıştır. Müvekkillerinin hakları için gerektiğinde açlık grevleri, kitle eylemleri yaparak ölümüne mücadele etmişlerdir. Bu mücadele içerisinde Büro avukatı Fuat Erdoğan işkenceci Şefik Kul’un silâhıyla katledilmiştir. Büronun avukatlarından Behiç Aşcı tecrit zulmüne karşı direnişte 122 müvekkilini kaybedince, bu defa kendi bedenini ölüme yatırmıştır.

Mesleklerini halkın haklı kavgasına sunmak isteyen, yaşamını pespaye burjuva ideolojisinin değer yargıları ve yaşam kültürü ile sürdürmek yerine dayanışmayla, kolektif devrimci ilke ve kurallar ile sürdürmek isteyen avukatların evidir Halkın Hukuk Bürosu.

Molierac’in “Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile, ne hâkime hele ne iktidara tâbiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı” sözü, avukatın mesleğini “bağımsız” yürütmesi gereğini anlatmaktadır; fakat hayatın kendisi hiç de öyle değildir.

Burjuva hukuk sisteminde başarılı olmak, çok para, yüksek mevki kazanmaktır; bu ise iyi eğitim, parlak bir kariyer gerektirir. “Mağdur” ya da “Sanık” müşteridir. Dürüstlüğün yerini kurnazlık ve iş bilirlik, heyecanın yerini profesyonel kültür; güvenin yerini temkin; saygının yerini nezaket; dayanışmanın yerini bencillik ve rekabet almıştır. Avukatlık mesleğinin etik değerleri kirlenmiş ve tarihsel rolü çürümeye başlamıştır. Oysa devrimci avukatlar için başarı, haklar ve özgürlükler mücadelesinde yol almak, sermaye sınıfı ve onun iktidarının halka yönelik saldırılarını engellemektir. Eğitim kariyer kazanmanın aracı değil, ruhsal ve kültürel olarak güçlenmek, zorlukları yenmek, sorunları çözmek, mücadeleyi yükseltmek ve kazanmak içindir. Açıklık, dürüstlük, samimiyet vazgeçilmez ilkelerdir.

Avukatlar müvekkillerin istediği işi yapmakla yükümlüdürler. Avukatların iş seçme özgürlüğü kulağa hoş gelen bir laftan ibarettir. Yoksulluk sınırları içerisinde yaşayan ama mesleğinin getirdiği kibir ve gurur nedeniyle bunu kabul edemeyen avukatların iş seçme özgürlüğü yoktur. Müvekkilin talimatıyla çalışırlar. Müvekkil istediğinde hacize çıkmak zorundadır, haciz mallarına el koymak zorundadır.


Müvekkili haksız olsa bile haklılığını kanıtlamak zorundadır. Sadece avukatın müvekkiline bağlılığı değildir sorun. Özellikle ceza davalarında hakimlerin eteklerini öperek davayı kazanmak ister avukatlar. Hâkimleri kızdırmak, onlarla çatışmak risk almak demektir. Kendi doğruları üzerinde diretemez, yazılı hukuk kurallarına rağmen hâkimlerin yarattığı statüyü dağıtacak güçte değildir. Bozuk olan bu çarkta mahkeme kararları keyfidir, lehine olan bir dava her an aleyhine dönebilir ve müvekkil kaybedebilir; bu nedenle avukat, hâkimi öfkelendirmekten kaçınmak zorundadır. Yine yargının avukat, savcı, hâkimden oluştuğu söylenir. Oysa yargı, hâkim ve savcılardan oluşur; avukatlar ise ya formaliteyi yerine getirmek için vardır ya da yargı işlemlerine katılmak için adeta kırk takla atarlar.

HHB avukatları savunma hakkından taviz vermezler, haklı ve doğru olanı anlatmaktan vazgeçmezler. Bu nedenle duruşma salonundan atıldıkları olmuştur. Müvekkilleri duruşmaları boykot ettiklerinde onlar da mahkemeleri boykot etmişler, idam kararlarının verildiği mahkemelerde cüppelerini mahkeme heyetine fırlatmışlardır.

Müvekkil ve dava seçme özgürlüğü olmayan, en çok okuması gereken insanlar olmalarına rağmen kapılarını kitap ve kültür dünyasına kapatmış, yeteneklerini geliştirecek zaman ve imkânlardan yoksun iken özgür olabilirler mi? Özgürlük yaşamı kavramak demektir. Özgürlük zorunlulukların bilincine varmaktır. Yeterli beslenme, giyinme ve barınma konusunda bedenin gereklerini karşılamak için ekonomik olanak, ayrıca aklın etkinlik alanını genişletmek, kişiliği geliştirmek ve kişiliğimizi ortaya koymak için fırsatlara sahip olmak demektir. Siyasal, felsefî, ahlâksal, kültürel düşüncelerine uygun olarak yaşamaktır.

Halkın Hukuk Bürosu halkın tarafındadır, halkın adalet savaşının hizmetindedir. Taraf olmak, tarihsel mücadeleye katılmak, orada mevzi, kültür ve gelenek yaratmak demektir. Avukatlık mesleğinin getirdiği küçük burjuva kültürü aşıp statükoları yıkmak demektir.
Savunmanın sonunda söylendiği gibi; HHB sadece halkların mücadelesi için değil, avukatın geleceği için de paylaşılmayı bekleyen bir deneyim ve katılım isteyen bir çağrıdır. Geleneğin ve geleceğin çağrısı.

0 Reviews