
Basım Tarihi: Aralık 2018
Bugün kendimizden emin bir şekilde devrimci avukatlığı savunurken bir geleneğin inşa edildiğini söyleyebiliyoruz. Kendimize olan güvenimizin temellerinden biri ideolojik netliğimiz ise bir diğeri güç koşullarda yaşanan deneyimlerimizdir. Bu deneyimlerin yalnızca Halkın Hukuk Bürosuna değil alanımızda çalışan bütün avukat arkadaşlarımıza ışık tutmakta olduğuna inanıyoruz. Yaşananlar yalnızca tarihsel bir tartışma olarak dahi çok değerlidir. Kitap okunduğunda görülecektir ki emperyalizmin ihtiyaç duyduğu ve asıl olarak devrimci sosyalist ilerici güçlerin tasfiyesini, dönüşümünü hedef alan sözüm ona demokratikleşme süreci bir görüntü arasından başka bir şey değildir. Bu görüntü arası ülkemizin siyasi, sosyal tahlilinde bir değişiklik yaratmamıştır.
İster
Avrupa Birliğine uyum süreci deyin ister demokratikleşme süreci ister
Uluslararası neo liberal akımın yansıması olarak görün bu görüntü arası bir
turnusol işlevi görmüştür. Aynı zamanda da öğreticidir. Bu arada siyasi
tahlillerini, mücadele biçimlerini değiştirenler oldu. Rehavete kapılıp
mücadeleye ara verenler oldu.
Biz
bu süreçte savrulup gitmediysek ve bütün saldırılara karşı, eksiğimiz
hatalarımızla, hala umutlu ve dik durabiliyorsak bu tarih sayesindedir. Avrupa
birliği fonlarından nemalanmadıysak, bize sunulan medyatik alanlarda
çizgimizden sapmamış yalpalamamışsak, devrimci tavır gerektiren meselelerde
liberal sol görünümlü çevrelerin ideolojik hegemonyasına kapılmadıysak bu
tarihsel deneyim ve ideolojik netlik sayesindedir.
Bu
arada iktidarın demokratikleşme ve cuntayla hesaplaşma gösterileri oldu. Bu
gösterilerde bayrak sallamadık, iktidarın arkasında saf tutmadık. Silivri
yargılamalarına müdahil olmak istemiyoruz diye dostlarımız bile bizi topa
tuttular. ‘Gelecekte torunlarımıza hesap veremeyecek bir iş yapıyor olmak’ ile
itham ettiler. Oligarşi içi bir hesaplaşmada iktidarın gösteri aracı olmayı
reddettik. Tarih bizi haklı çıkarmakta gecikmedi.
‘Yetmez
Ama Evet’ demediysek faşizmin bize evet
diyebileceğimiz bir teklif sunmasının imkânsız olduğunu bilmemizdendi.
İktidarın siparişiyle kurulan ‘sivil toplum örgütleri’ ile iş
yapmadıysak, bedavaya salon bedavaya yayın peşine düşmediysek sırtımızı
projelere değil halka dayadıysak sınıf bilinci taşıyor olmamızdandı.
Ne genç sivillerle ne yaşlı kurtlarla bir ipte
oynamadıysak emperyalizmi iyi tanıyor olmamızdandı. Kurulan masalara ‘çözüm
ya da barış süreci’ demediysek halkları savaştıranın ve ilelebet küs
kalmalarını isteyenin emperyalizmin ta kendisi olduğunu anlamamızdandı. Emperyalizmin
ezilen halklara vereceği tek şey sömürü, kan ve gözyaşıdır. Amerikan
Emperyalizmi IŞID İle savaşmaz ancak onları yaratır. Biz diktatörlüğün
emperyalist hegemonyanın kendisi olduğunu hiç aklımızdan çıkarmadık.
Eğit-Donat projelerine de, İster Kürecikte ister İncirlik’te olsun
emperyalizmin üslerine de karşı çıktık. ‘Türkiyelileşme’ ye ihtiyacımız yoktu,
biz zaten hep birlikte Anadolu’nun kadim halklarıydık. Türkiyelileşmeye
ihtiyacı olan emperyalizmin işbirlikçisi iktidardı. Engin Çeber davası
“İşkenceye sıfır tolarans” iddiasının dayanağı yapılmak istendiğinde işkencenin
değil, cezanın münferit olduğunu savunduk. Hasta tutsak Güler Zere’nin
tahliyesi için Cumhurbaşkanından af talep etmesini dayattılar. “Af değil hakkım
olanı istiyorum” dedi Güler Zere. Cumhurbaşkanından af dilemedi. Tahliyesini
merhamet gösterisine çevirmek istediler; “Merhamet Değil Adalet İstiyoruz”
dedik. Adalet Onların tesis edemeyecekleri bir idealdi.
Bugün
hapishanelerde tutsak ya da faşizmin arananlar listesinde olsak da varız. Umutluyuz,
güçlüyüz. Haklı olduğumuzu ve kazanacağımızı söylemeye devam ediyoruz. Bu
tarihsel haklılık deneyimin vermiş olduğu bilinç ile donanmış siyasi
geleneğimiz sayesindedir. Bireylerden kaynaklanan bir hikmet aramıyoruz.
İşte
bu kitapta bu günün tarihsel sebeplerini bulacaksınız.
Savunma
hakkının diğer demokratik hak taleplerinden bağımsız olmadığını biliyoruz.
Bütün bu vazgeçilmez demokratik hakların yerleştirilmesi ve korunması sorunu
iç içe olup, aynı ekonomik ve siyasal nedenlere dayanmaktadır. İşin sadece
demokratik mücadele yanı incelenecek olsa dahi, ülkenin siyasal gelişiminden
ayrı olarak ele alınamaz. Demokrasi mücadelesini anlamak için yakın tarihimize
bir göz atmak ve ülkenin şu anda bulunduğu çelişkilerin gerçek nedenleri
üzerinde durmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Adil Yargılama Hakkı ve Bağımsız
Yargı konusu da haklar ve özgürlüklerin kurulması, korunması mücadelesi de tam
bağımsızlık sorunundan ayrı değildir. Tam bağımsızlığa engel olan düzeni ve bu
düzende meselelere bakış açımızı da ayrı bir kitapta ele alacağız. Okuyacağınız
bu kitap 1996 yılına kadar olan tarihsel sürecimizi kapsamakta olup o dönem
büromuzda çalışan avukat arkadaşlarımız tarafından yazılmıştır. Cunta sonrası
demokratik mücadele içinde yer alanlar açısından tarihsel bir değer
taşıyacağına inanıyoruz. Bu dönemi hatırlamak bazı siyasi sonuçlar çıkarmaya
vesile olabilir. Yetişen genç avukat arkadaşlarımız bu deneyimlerle
kendilerini daha güçlü hissedeceklerdir. Faşizmin mezalimine uğrayan
avukatların ne ilkiyiz ne de son olacağız. Ama nihai zafere ulaşana kadar var
olacağımız kesindir.
Aralık
2018
Halkın
Hukuk Bürosu
Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız
Halkın Sesi
Kütüphanesi İçin Tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder