Gazi - Gecekondularından Geliyor Halk

Gazi - Gecekondularından Geliyor Halk

Devamını Oku »

Kitap Adı: Gazi - Gecekondularından Geliyor Halk


Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız
Halkın Sesi Kütüphanesi İçin Tıklayınız




ÖNSÖZ

12 Mart 1995 akşamındaki kontrgerilla saldırısıyla Türkiye, Gazi’yi konuşmaya başladı. Kahvehanelerin taranması, Halil Dede’nin öldürülmesi, saldırganların "kurt" işareti yap-
maları, polisin katillerle işbirliği konuşuluyordu.
Ama aynı akşam değişti konuşmalar.

Artık asıl konuşulan, saldırı değil, Gazi halkının bu saldırıya verdiği karşılıktı. Gazi’nin yoksul emekçi halkı ayaklanarak cevap verdi bu saldırıya.
Ve Gazi ayaklanması, o günden bu güne sözlerin "Gazi’den sonra..." diye başladığı bir dönüm noktası oldu.

Ayaklanmanın üzerinden bir yıl geçti. Ayaklanma sırasında, ve bu bir yıl boyunca, izlenen politikalar herkesin yerini, konumunu bir anlamda yeniden belirledi. Ayaklanma ve devamındaki 1 yıl bu anlamda denilebilir ki, devlet açısından da, sol açısından da ülkemiz devriminin belirleyici süreçlerinden biri oldu
12 Mart’ta Gazi’nin emekçi halkına saldıranlar bir öfke, bir tepki bekliyorlardı kuşkusuz.
Ama bekledikleri bu kadar değildi.
Devlet şaşkındı.

Sol, faşist saldırılara dur demek gerektiğini, direnmek gerektiğini hep söylüyordu zaten.
Ama emekçi halkın bunu ne kadar yapabileceğine dair çok da iyimser değildi.
Sol da şaşkındı.

Gazi mahallesinin ve ardından Ümraniye 1 Mayıs mahallesinin, Nurtepe’nin, Okmeydanı’nın, Alibeyköy, Armutlu emekçilerinin, devletin polisi, askeri, panzeri üzerine onlarca şehit pahasına, dindirilemeyen bir öfke ile yürümesi, halkın faşizme nefretinin, özgürlük tutkusunun ve savaşma ruhunun çarpıcı bir göstergesi oldu.

Faşizmin oyunu bozuldu. Gazi emekçi halkı ve ‹stanbul, halklarımızın kurtuluşu için ödenen bedellerin, silahlı-silahsız her koşulda çatışarak, direnerek toprağa düşenlerin çağrılarının yüreklerinde ve bilinçlerinde nasıl bir yankı bıraktığını gösterdi; ayağa kalktı. fiimdi yangın olan, ‹stanbul’un gecekondularında, zindanlarında, kuşatılmış üslerde tek tek yakılan ateşlerdi. Ateş Gazi’yle büyüdü, büyüdü, büyüdü...Bütün  Türkiye  olup,  Kürdistan olup ülke sınırlarını aştı.

Halka inanmayanların inançsızlıklarını sarstı Gazi.
Gazi, kendi yoksul ve öfkeli ve savaşçı gerçeğini, halka yabancılaşanların burnunun dibine, seyrettiği TV ekranı kadar yakınına getirdi.
Kimse bu gerçeği görmezden gelemezdi.

12 Mart’tan başlanarak Gazi üzerine çok şeyler söylendi.
Düşmanın söyledikleri belliydi. Alevi-Sünni çatışması dedi; tutmadı.
Provakatörlerin kışkırtması dedi; olmadı.
Alevisi, Sünnisiyle, genci, yaşlısı, kadını, erkeğiyle, işçisi, öğrencisi, esnafıyla direnen, barikatlarda savaşan ve şehit olan Gazi halkı bunlara cevaptı.
Sol’da ise ne söylendiği belirsizleşecek kadar çok şey söy-lendi. Herkes ayaklanmanın bir yerinden kendine "kanıt"lar aradı, buldu.

Gazi’den bir gün önce, 11 Mart’ta neler söylüyor, neler düşünüyor, nasıl "tahliller" yapıyor olduklarını çoğu es geçti.

Hemen herkes "öncü"lük iddiasında bulundu. Hasbelkader o gün orada bir "taraftarı" bulunandan, ayaklanmanın yakınında bile bulunmayanlara kadar uzandı bu iddia. Orada bulunmayan da "ideolojik öncü"ydü...

Barikatlarda olanlar kimin ne olduğunu, ne olmadığını biliyorlardı elbette. Ama öncülüklerini barikatlarda olmayanlar, Gazi’de olmayanlar nezdinde "kanıtlayabilirlerdi" belki.
T‹KB çevresinin "el çabukluğu marifet" sanıp çıkardığı Gazi kitabı tam da böylesi bir düşünce ve ruh halinin bir örneğiydi. Herkesten önce bir kitap çıkarır ve ayaklanmayı "kendi önderliği"yle yazarsa, herkesin de "ha, demek böyle olmuş" diye düşüneceğini varsaydılar herhalde. Çünkü başka türlü, böyle bir kitap ve Gazi’nin böyle bir anlatımı mümkün değildir. Tabii bunun dışında da herkes Gazi’den dersler çıkarılması gerektiğini ya da çıkardığı dersleri yazdı.

Bunun sürmekte olan bir savaş olduğunu es geçmişlerdi bu kez de. Çok uzak tarihlerden ve sanki başka bir diyardan söz edip dersler çıkarır gibiydiler. Soyutlukları şuradan belliydi ki, onlar dergilerinde sayfalarca ve tabii bilgiççe Gazi tahlilleri, Gazi dersleri yazarlarken, Gazi Nurtepe’de, Okmeydanı’nda Yenibosna’da bir biçimiyle sürüyordu ve onlar bu direnişlerin de dışındaydılar.
Gazi’de yoktular, yaşananın dışındaydılar ve "dersler" yazmayı sürdürüyorlardı.

Gazi’yi yazmak bizim açımızdan zorunluluktur. Elbette bizim de söylediklerimiz var, söyleyeceklerimiz olacak. Ve Gazi için herkesten fazla şey söyleyebilecek durumda olduğumuz da aşikardır. Ama yine ayaklanmanın kendisi çok şey söylemiş ve söylemeye devam etmektedir.

Bu noktada devrimci bir yaklaşım için iki nokta öne çıkıyor; birincisi, Gazi’de yaşananı doğru yazmak, doğru yansıtmak; ikincisi Gazi’nin ne söylediğini ve söylemekte olduğunu doğru yorumlamak...‹kinci nokta adı üzerinde "yorum"lamaya ilişkindir, bu nedenle tartışmaya açıktır; ne yazık ki bu geçen sürede birinci noktada da sağlıklı bir yaklaşımın olmadığı görüldü. Yaşanılan yazılmadı çoğu kez, yazılan yaşanılanın yerine geçirilmeye çalışıldı.

Yaşanılan yazılmalı, bir yorum yapılacaksa eğer, bunun üzerine yapılmalıydı. Bu kitap bir yerde, böyle bir ihtiyacın ürünüdür. Gazi üzerine yazan çeşitli kesimlerin tarihin yazımında içine girdikleri çarpıtma, tahrifat ve benmerkezci tavırlarından dolayı yazma zorunluluğu duyduk.

Kitapla, dergiyle, sözle, eylemle Gazi’nin hem tahlili hem propagandası yapılmalıdır. Gazi, halklarımızın kurtuluş savaşı için büyük bir deneyimdir. Gazi, emekçi halklarımıza büyük bir moral olmuş, yılgın kesimlerin bile ruhlarında kıpırdanma yaratmış bir ayaklanmadır. Gazi, her türlü araçla halkın yüreğine, bilincine taşınmalıdır. Ama Gazi’yle ilgili olarak kendilerine bir misyon yaratmak için gerçeği değiştirme ve abartı üzerine geliştirilen propaganda devrimci bir propaganda değildir. Misyon, ayaklanmada yer almış olmaktır. Bunun mütevaziliği içinde kalmak, onları gelişmeleri çarpıtıp kendi merkezlerinde abartılı bir anlatımla yansıtmaktan daha fazla büyütecektir.

Özellikle T‹KB ve MLKP çevresinin yazdığı "Gazi Tarihi"nde tahrifat ve benmerkezcilik o düzeydedir ki, adeta "başkalarına" rağmen ayaklanmayı yönetmiş, akıllar vermiş büyük uzmanlar havalarındadırlar. Her ikisi de sağı-solu grupçulukla, rekabetçilikle suçlamaktadırlar. Ama her satırları grupçuluğa, rekabetçiliğe bir örnek oluşturmaktadır nerdeyse.

T‹KB çevresinin yayınladığı ve birkaç kişinin "ben"li anlatımları üzerine kurulu Gazi Kitabı ortadayken, tam seçimlerin arifesinde de MLKP çevresinin kitabı yayınlandı. T‹KB’nin yaklaşımıyla MLKP’nin yaklaşımı arasında bir fark yoktu; her ikisi de "ben yaptım, ben yönettim, en zeki, en doğru, en tutarlı, en savaşçı bendim" havasındadırlar. Her ikisine göre de, hemen her durumda diğerleri "bilahare" gelmiş, "destek"  olmuşlardır.  Herkese,  herşeyi onlar söylemiş, onlar önermiştir. "Görev bölüşümü" diye bir şey vardır, büyük bir tevazuyla bunu kabul ederler, ama hiç kimse, onlar hariç görevini yapmamış, onlar üstlenmişlerdir her işi...Kişisel anlatımlarda bile mütevaziliğin esamesi yoktur. Kendi yazdıkları kendilerinin de garibine gitmiş olacak ki, arada bir kaç yere "birlikte yönettik" gibilerden  ifadeler  sıkıştırmışlar ama onu yazarken bile "birlikte yönettik ama..." deyip bir "öncülük" eki daha yapmayı ihmal etmemişlerdir. Her ikisinin de aynı "an"a ilişkin "mutlak önderlik" iddiasında bulunan satırları ilginçtir; saldırının hemen sonrası, karakola yürünmesi, Cemevi önündeki   şu yada bu tavır... insiyatif tartışmasız kendilerindedir  hep.  Ayaklanmanın  hareketliliği içinde şu ya da bu anı yakalayarak, ya da böyle bir an yoksa bile "yaratarak", herkesin gittiği bir tek onların kaldığı anlatılmaktadır pek çok yerde. Ayrı iki kitaptaki aynı anı anlatan aynı sözcükleri aktarmak ilginç olabilir kuşkusuz, ama böyle bir  polemiğe  girmek  gereksizdir. Ama bütün bunlar belirttiğimiz gibi Gazi’yi yazma zorunluluğunu doğurmuştur.

Herkes bir şeyler söylemiştir ve elbette söylemeye devam edecektir. Ayaklanmayı yaratanların, Cephenin barikat savaşçılarının hatta diğer gruplardan insanların, ve de Gazi’li emekçilerin anlatımları da çok şey söylemektedir. Bu kitapta söyleneceklerin çoğunu bu yüzden onlara bırakıyoruz.

Gazi ayaklanması tarih değil, yaşanandır.
Daha çok Gazi’ler yaşayıp göreceğiz. Daha doğru bir deyişle de, çok çeşitli biçimlerde yaşıyor ve görüyoruz.
Gazi’yi anlamak ve ders çıkarmak, önce bunu görmektir.

Birçok legal-illegal örgüt, birçok legal sosyalist parti, "sol",  "devrimci"  sıfatlar  taşıyan D‹SK, Memur Sendikaları gibi örgütlenmeler, Gazi ayaklanması gibi gelişmelere hazır olmadıklarını göstermişlerdir. Ülke ve halk tahlillerinde zaten Gazi’lere yer yoktur. Örgütsel olarak hazır değillerdir ayaklan-malara. Ve ruh halleriyle uzaktırlar Gazi’lerden... Bu yüzden katılmamışlardır ayaklanmaya. Parti, sendika binalarından, demokratik kurumları aracılığıyla bolca "kınama" açıklamaları yapmışlardır. Adım atmamışlardır Gazi’ye; es kaza gelen olmuşsa, gelen de "sağduyu" çağrısı yapmak için gelmiştir.
Ama aynı kesimler, seçimlerde oy hesabıyla "ayaklanma", "şehitler" diyerek Gazi’ye koşmuşlardır. Utanç verici bir ikiyüzlülükle oy istemişlerdir Gazi halkından. Ayaklanma günlerinde neden orada olmadıklarını açıklamadan, bunun hesabını vermeden ayaklanmanın ve şehitlerin istismarını yapmaya kalkışmışlardır.

Bunların arasında hiç görmek istemediğimiz bir kesim de yer almıştır. Atılımcılar  da Gazi’yi seçimlerde kullanarak oy hesabı yapmışlardır. Seçimlerde reformistlere angaje olup Hüseyin Ocak’ı meclise sokmak için adeta çırpınan tavırlarına ek olarak, Gazi kitabını da ilginç bir zamanlamayla tam da bu süreçte çıkarmaları, Gazi barikatlarının, Gazi şehitlerinin oya dönüştürülmesi çabasıdır. BSP, S‹P, DY, HADEP vb. ne kadar Gazi’yle ilişkisi olmayan, hatta bunlardan bazılarının yaptığı gibi, Gazi’yi provakasyon diye niteleyen kesimlerin ayaklanmanın şehitlerini sömürme ve oya dönüştürme çabalarına MLKP ortak olmamalıydı. Ayaklanmanın hemen ertesinde oligarşiyle aynı ağızdan "bilinçsiz gençlik" demagojisiyle ayaklanmayı ve Gazi’nin gençlerini küçümseyen, aşağılayan "tahliller" yapanlarla aynı safta Gazi istismarına ortaklık etmek herkes ve her şey bir yana önce Gazi ayaklanmasının kendisine yapılan bir haksızlık ve saygısızlıktır.

Evet, ayaklanmalara hazır değillerdir, ama parsacılıkta hazır ve nazırdırlar. Hazır olmadıklarından bu gelişmeyi de anlayamamış, bir kısmı ayaklanma mı, direniş mi ikileminde takılıp kalmış, ayaklanmanın içinde olmak destek vermek anlamında alabildiğine geri bir çizgi izlemiş, hatta kimileri de engelleyici bir tutum almışlardır.

Oysa devrimciler, Marksist-Leninistler, halk ayaklanmalarını, direnişlerini geliştirmek, düşmana daha çok saldırmak, daha çok darbeler vurmak ve daha çok ayaklanmalar yaratmak göreviyle karşı karşıyadırlar. Bu görevi açık ve net olarak Parti ve Cephe kavramıştır.
Hemen Gazi’yi izleyen günlerde gelişen Nurtepe, Okmeydanı, Armutlu direnişleri Parti’nin ve emekçi halk kitlelerinin bunu kavramasıdır.
Hatta, siyasi iktidarı hedeflemeyen halk kitleleri Elbistan, Kastamonu, Çatalca vb. yerlerde Gazi ayaklanmasından gerekli mesajı aldıklarını göstermişlerdir.

Gazi’nin dersi, mesajı budur.
Gazi, halkın kendi gücünü görmesi ve göstermesidir.
Gazi, Halk Kurtuluş Savaşçılarının Kızıldere’den Çiftehavuzlar’a, Bağcılar’dan Okmeydanı’na kadar devrimci üslerinde mayalandırıp gelenekleştirdikleri direniş, çatışma ve savaş ruhunun yoksul emekçi halka malolduğunun görülmesidir.
Halk bu direniş ve çatışma ruhuyla barikatlarda ölümü yenerken "kitleler hazır mı değil mi?" tartışması yapanlar, kitle ayaklanmalarıyla barışçıl kitle gösterilerini birbirine karıştıranlar bunları görmek zorundadır.

"Kitleler silahtan, savaştan, illegalite den... tedirginlik duyuyorlar" deyip duranlar, bu teorilerle yasalcılığa, icazetçiliğe kılıf uydurmaya çalışanlar Gazi’yi görmek; görmek ve açık olmak zorundadırlar.

Görmemek körlük değil, Gazi’lere karşı durmaktır.

Gazi’ler çoğalacaktır.
Karşısında durmaya çalışanların şansı fazla değildir.
Aslolan Gazi’li emekçiler gibi, Gazi’li DHKC’liler gibi, Gazi’ye koşan DHKC’liler gibi, asla "öncülük, kuyrukçuluk" kaygıları duymadan barikatların örgütlenmesine girişen devrimciler gibi, olanca mütevaziliğiyle savaşmak, aynı mütevazilikle şehit olabilmeyi göze almaktır.
Boş öncülük iddiaları, halkı, savaşı, devrimi geliştirmez.
Kitaplar çıkarıp, şehit DHKC’lilerin Cepheci kimliğini gizlemek kimseyi geliştirmez. Gazi’nin ayaklanan, öfkeleri ve bilinçleri büyük gençlerini küçümsemek kimseyi büyüt-
mez.
Cephe’nin ayaklanmadaki yerini yok saymak, küçültmek, kimsenin yerini büyütmez.

Çok ilginç değerlendirme, yorum ve ele alışlara tanık olduk bu sürede. Karakola yapılan ikinci yürüyüşü DHKC’nin "kendi başına karar alıp uyguladığını", Gazi Ayaklanmasının bir yerde odağı, doruğu olan bu yürüyüşün yanlış, hesapsız olduğunu eleştiri diye Cephelilerin "teşhiri" diye yazanlar, aynı kitabın başka yerlerinde bu ikinci yürüyüşü anlatırken, "kitleleri karakola doğru yürütüyoruz" diyorlar. Ne "öncülük" iddiasından vazgeçiliyor, ne yapılan tam kavranıyor.
Ayaklanmanın ne olup olmadığı tam kavranamamıştır gerçekte. Sırf DHKC insiyatifine karşı çıkılacak diye ayaklanmayı ayaklanma yapan bir yürüyüşü "mahkum" etmek, hala "ayaklanma mı direniş mi" diye tartışmak, hala bunu herhangi bir protesto olarak görmek, göstermek, hala Gazi’ye dudak kıvırmak, onu hala "münferit" görmek... hepsi bunun sonucudur.
Gazi, üzerinde çokça teori yapılan emekçi halkın birliğidir. Gazi, yıllardır konuşulan "birlik" sorununun devrimci çözümüdür. Solun eylem içindeki, barikatlardaki birliğidir. Ve bu yanı Gazi’nin değerini kat be kat artıran bir yandır. Ne ayaklanmanın ne de bu yanın üzerine gölge düşürülmemelidir. Böyle bir gölge ancak devrimci, özgür Gazi’yi karartmaya çalışanlara yarar.
Türkiye Solu’nun olgunlaşmasında bir adımdır Gazi. Halk gerçeği açısından, savaş gerçeği açısından, halkla ilişkiler, solun birbiriyle ilişkileri, uzlaşmacılara tavır vb. hemen her noktada yarını biçimlendirecek ipuçları sunmuştur. Olgunlaşmak büyük düşünmektir, mütevaziliktir. Önümüzdeki süreçte devrimci bir noktada varolma, büyüme, halkın savaşını geliştirme iddiasında olanlar görmek durumundadır ki;
Devrim ve herkes çoğalan, çoğaltılan Gazi’lerle büyüyecektir.
Ayaklanmanın üzerinden 1 yıl geçti. Devrimciler ayaklanmanın ilk günlerinden itibaren

Gazi’yi anlamanın, kavramanın pratikteki şaşmaz ölçüsünün Gazi’leri büyütmek ve çoğaltmak olduğunu söylediler. Yaşanan 1 yıl herkesi bu ölçü içerisinde bir yerlere oturttu.
Gazi’yi çoğaltmaya, yaymaya çalışanlar sınıf mücadelesi içerisinde halkın cephesindeki gelişen, büyüyen güçler oldular. Gazi’nin dışında olanlar ve Gazi’yi kavramamakta, Gazi’lerden uzak durmakta ısrar edenler, halkın mücadelesi içerisinde küçülen, eriyen yanı temsil ettiler.
12 Mart 1995’ten bu yana uzanan sürecin „Gazi’den sonra’’ diye tanımlanmasının yanlış olmadığı görüldü. Çünkü Gazi Ayaklanması herşeyden önce kitle mücadelesi üzerinde doğrudan bir etkide bulundu. Devrimci Hareketin önderliğinde ya da halkın kendiliğinden tepkileriyle gelişen halk hareketinde bu iz, bu etki açıkca görüldü. Bu etki en bariz olarak da kendiliğinden hareketlerde bile halkın devlete yönelmesinde ve kitle hareketinin radikalleşmesinde ifadesini buldu.
‹stanbul’un çeşitli semtlerindeki, Anadolu’nun kasabalarındaki halk hareketlenini yaratan dolaysız etkenlerden biri de Gazi’dir.
Kitle hareketinde onbinlerin biraraya gelmesinin, 90’ların Türkiye’sinde heran mümkün olabildiğini ve bunun dinamiklerini gösteren Gazi, bu yanıyla da toplumsal muhalefetin önünü açan bir misyon yüklenmiştir.
Kısacası, kitle mücadelesi Gazi’yle birlikte ve onun öğreticiliğinde Gazi’den bugüne muhteva olarak ilerleyen bir seyir izledi.
Ne var ki, bu süreci sürekli gelişen, büyüyen bir kitle hareketi olarak tanımlamak da doğru değildir. Süreç kendiliğinden yanları da içermekle birlikte, esas olarak devrimcilerin Gazi’yi kavraması ve halk kitlelerine bu temelde gidebilmelerine bağlı olarak gelişen bir seyir izlemiştir. Bu müdahalenin yetersiz kaldığı noktada başta Gazi olmak üzere kitle hareketi çeşitli bölgeler ve alanlar somutunda pekala gerilemeler de yaşayabilmiştir.

Gazi Ayaklanmasın ardından solun bir kısmı ayaklanmayı "örnek" göstererek kendi karikatürize ettikleri bir Öncü Savaşı anlayışına ve silahlı mücadeleye karşı saldırıya geçerken, aynı sol devrimcilerin yıllardır içinde oldukları, dişediş mücadele ettikleri varoşları da keşfediyordu.
Gazi üzerine, ayaklanmanın ertesinde yazdıkları hemen her yazıda varoşların taşıdığı devrimci dinamiklere, potansiyele yönelik tespitler yapmışlardır. Ama geçen bir yıl, bunların tespit olmayı da pek aşamadığını göstermiştir.

Ülkemizin başta da büyük kentlerin gecekondu bölgelerinde güç olamayan, örgütlenemeyen devrimci bir hareketin güçlü, yaygın bir halk hareketini yaratma şansı da yoktur, bu çok açıktır. Ama bunu tespit etmek, gecekondularda güç olmak için yeterli değildir. 

Gecekondularda güç olmak bir halk hareketi niteliğini taşımaya bağlıdır. Halkın acısını, öfkesini, hoşnutsuzluğunu, yoksulluğunu paylaşmadan küçük burjuvaca ahkam kesmelerle kimse gecekondularda kendisine hayat hakkı bulamaz. Devrime şablonlarla bakanlar gacekonduların devrimci dinamiği ile bütünleşemez. Bu bir yılda çeşitli grupların sayısız girişimine, gecekondularda üç-beş ilişkiye sahip olmak için adeta yırtınmalarına rağmen aldıkları sonuç bütün bunların açık bir göstergesidir.

Devrimimizin dinamikleri halkın olduğu her yerdedir; dağda, ovada, köyde, kentte, fabrikada, okulda, devlet dairesinde her yerde... Ama tüm bunların her birinin kendine özgü yanlarını görmeyen, bulup çıkaramayan ve bunların içinde her alanın siyasal ve askeri özelliklerini ayrıştırmayan ve yine tüm bunların dışında işçisi, memuru, öğrencisiyle geniş bir emekçi kesimin birlikte olduğu gecekonduların yaşadığı yoksulluğu, sefaleti, adaletsizliği ve bunun sonucunda buralarda oluşan derin hoşnutsuzluğu ve derin öfkeyi tespit edemeyenlerin tüm temel-tali güçler, temel-tali alanlar formülasyonları kitabi kalmaya mahkumdur.
Bu bir yıl Gazi açısından dolu dolu ve hareketliydi yine. Gazi devlet terörünün yine "öncelikli" bölgeleri arasındaydı. Yoğun gözaltılar ve direnişler yaşandı... Gazi halkı, devrimci hareketin maddi, manevi katkı ve yol göstericiliğiyle Ayaklanma’da şehit verdiği evlatları için bir fiehitlik yaptı. Gazi halkının yüreğinde ayaklanmanın sürdüğünü gösteren bir törenle açıldı şehitlik... Legalistler, reformistler seçim döneminde şehitlerin istismarıyla akın ettiler Gazi’ye. Gazi Halkı şehitlerinin istismarına izin vermedi...

Gazi’de kavga sürüyor. Ülkede kavga sürüyor. Oligarşi Gazi’de ve ülke genelinde vahşice, pervasızca saldırmaya devam ediyor. Çünkü tekellerin varoşlardan duyduğu korku büyüyor. Gazi, oligarşinin varoşlardan duyduğu korkunun doruğuydu, doruklar çoğalmakta; kentleri kuşatan gecekonduların her biri yeni bir Gazi olmaya adaydır. Oligarşi bunu görüyor ve engellemeye çalışıyor. Devrimciler de bunu görmek, bilmek ve ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek durumundadırlar.

Yüzlerce şehit, binlerce tutsak verilecek belki. Ama bu başarılmak zorundadır.

Oligarşinin korkusunu büyütüp, halkın iktidarına uzanan mesafeyi kısaltmak, oligarşinin korkusunun ve halkın savaşının doruğundaki Gazi’leri çoğaltmakla mümkün olacaktır.
Öldükçe çoğalıyoruz. Yasa bu.

Gazi’liler şehitler verdikçe çoğaldılar barikatta.
Canlarını, mallarını, sevgilerini, özlemlerini, acılarını, öfkelerini, herşeylerini koydular barikatlara.
‹lmik ilmik dokudular ayaklanmayı. Gazi’yi yeniden yarattılar.
Bu kitabın yazarı onlardır.
Ayaklanma, Gazi’nin Türkiye halklarına ithafıdır.

Gazi’nin şehitleri, yeniden yaratılışın, ayağa kalkışın mimarlarıdır. Gazi’nin Türkiye halklarına ithafının sözcüsü, temsilcileridirler.
Boşuna ölmediler.
Her yeni Gazi, ayaklanan halkımız, ayaklanan vatanımız onların bayrağını taşıyacak. Parti ve Cephe onları yaşatacak.


0 Reviews