Devamını Oku »

Kitap Adı: Sol İçi Şiddet 4
Derleyen: Ali Osman Köse
Yayınevi: Boran Yayınları


Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız


Halkın Sesi Kütüphanesi İçin Tıklayınız



Yayınevinden

“Birliğin Manifestosu
‘71'in ortaları... THKP-C'lilerin para açısından sıkıntıları vardır. THKO'lular ise yakın zamanda önemli bir tutarda bir kamulaştırma eylemi yapmışlardır.
THKO'lularla ilişki kurulur ve bir miktar para alınır... 72'nin başı... Maltepe Cezaevi... Firar için çeşitli alternatifler düşünülür. Birlikte firar ana düşüncelerden biridir. Ve sonuçta THKP-C'liler ve THKO'lular birlikte firar ederler... Yine aynı dönem... THKO'luların imkanları bu dönemde çok çok sınırlıdır. Örneğin yer sorunu vardır. Sorunu THKP-C’liler çözer...
Ve sonra Kızıldere... THKP-C'liler ve THKO'lular Denizleri kurtarmak için birlikte kafa yorarlar. Aynı duyguları paylaşırlar. Öyle ki eyleme ilişkin tartışmalar, aynı örgütün insanlarıymışcasına yürütülür... Ve sonra birlikte bir eyleme karar verirler... Kızıldere'de yanyana, omuz omuza çatışıp şehit düşerler... Kızıldere devrimin yolunun manifestosu olduğu kadar, belki de dünyada fazla örneği görülmemiş bir birlik manifestosudur..."

Alıntıyı Boran Yayınları’ndan çıkan “Birleşelim, Savaşalım Kazanalım”, kitabının arka kapağından aldık.

Sol'un birlik konusunda tarihinin en onurlu sayfalarını oluşturur anlatılan dönem. Birliğin manifestosudur anlatılanlar.

Ancak ne yazıktır ki Sol, daha sonraki dönemde bu manifestoyu sanki hiç okumamıştır. Ya da okumuş ama tam tersini yapmaktadır.

12 Mart Cuntası’yla fiziken tasfiye edilen silahlı devrim mücadelesi 1970'lerin ikinci yarısından sonra yeniden toparlanıp kitleselleşti. THKP-C, THKO ve TKP-ML ideolojisini savunduğunu söyleyen çok sayıda örgüt ortaya çıktı.

Bu dönemle birlikte örgütler arasında Mahirlerin dönemindeki devrimci dayanışma değil, Sol'un tarihinde hep utançla anılacak "Sol içi çatışmalar" yer aldı.

Öyle ki, sol içi çatışmalar 1 Mayıs 1977'de olduğu gibi devletin bir çok kontrgerilla katlimalarına da zemin sağladı. Halk kitlelerinde devrimcilere olan güveni zayıflattı.

Faşist devlete tek kurşun sıkmayan örgütler sol içi çatışmada aslan kesildiler. 12 Eylül öncesi 3-4 yıl gibi kısa bir sürede onlarca, yüzlerce devrimci, sol içi çatışmada katledildi.
Sol içi şiddet 12 Eylül sonrasında da devam etti.

Özellikle Kürt milliyetçi hereketin benmerkezci, mülkiyetçi, yasakçı anlayışı sol içi şiddetin temelini oluşturmaktadır.

Sol içi şiddetin kitleler nezdinde solun prestijini sarstığının, sola güvensizliği beslediğinin üzerinde çokça durulmasına rağmen, solun kendi üzerindeki etkileri üzerinde yeterince durulmamıştır.
Sol içi şiddetin, halkın sola güvenini sarsacağı, solun adalet anlayışını, inancını zayıflatacağı açıktır.
Ama bundan daha vahimi, aynı inançsızlığı, güvensizliği, sola karşı şiddete başvuran hareketin kendi içinde de geliştirmesidir.

Sol içi şiddet, esas olarak bir ideolojik bunalımın tezahürüdür. Sol içi şiddete başvuranların buna nasıl ve hangi zamanlarda yöneldiği incelendiğinde görülür ki, ideolojik açmazlarının zayıflığının ürünü -bir anlamda “çözümü”olarak başvurmaktadırlar.

Kendi ideolojisine güveni tam olanların soldaki sapmalara, farklı görüşlere karşı nasıl mücadele edeceği bellidir. Bu mücadele ideolojik mücadeledir. Kendi ideolojisine güvenmeyenler, mücadelenin bu biçiminden kaçıp, şiddete sarılırlar.

Ancak sola karşı şiddete başvurmak, başvuranların ideolojik bunalımını daha da büyütür. Bu bunalım hem örgütsel düzeyde, hem de o örgütün tabanında kendini gösterir.

Devrimci Sol’dan DHKP-C’ye sayısız kez çeşitli siyasi grupların ölümlerle sonuçlanan saldırılarına maruz kaldık. Turgut İpçioğlu, Kemal Karaca ve Mehmet Büçkün yoldaşlarımız çeşitli sol grupların saldırısı sonucunda şehit düştü. Devrimci Sol olarak siyaset sahnesine çıktığımız daha ilk andan itibaren Anadolu’nun bir çok ilinde DY tasfiyeciliğinin siyaset yasakçılığıyla karşılaştık. 

Yoldaşlarımızın katledilmesine, kurumlarımızın basılmasına ve siyaset yasaklarına rağmen sola aynı yöntemlerle cevap vermedik. Devrimci şiddete başvurmadık. Bu yanıyla solun tarihi ne kadar kirliyse hareketimizin tarihi o kadar temizdir.

Tarihimiz boyunca Mahirler’in devrimci dayanışma geleneğini yaşatmaya, büyütmeye çalıştık. Bunun yanında sol içi şiddete karşı asla tavırsız da kalmadık. Kendi ideolojisine, politikalarına güvenenler, “sol içi şiddet”in batağına sürüklenmeden de sol içi şiddete karşı mücadele etmenin yol ve yöntemlerini bulurlar. Bu yöntemler, olayların ve koşulların niteliğine göre değişse de yöntemin özü ve amacı değişmez. Biz sol içi şiddetle mücadelenin temeline ideolojik mücadeleyi koyduk. Teşhir ve tecrite uzanan bir mücadele pratiğimiz oldu.

Devrimde iddialı olmak için “sol”a karşı değil, oligarşiye karşı güç olmak gerekir. Bunu böyle kavrayanlar, o bataklığa sürüklenmez. Ama tersine, grupçuluk, rekabetçilik, benmerkezcilik bünyeyi sarmışsa ve varoluşun yolunun diğer sol grupları tasfiye etmekten geçtiği düşünülüyorsa, o bataklığa sürüklenmekten kaçınılamaz.

Tarihimizden biliyoruz ki, teşhir ve gerektiği noktada tecrit oldukça da etkili olmuştur. Bize kurşun sıkanlar, o kurşuna karşı tek bir kurşun yememelerine rağmen, yaptıklarına pişman olmuşlardır. Kendi gelişmeleri engellenmiştir. Her yerde karşılarına hesabını, özeleştirisini vermedikleri “kanlı ellerinin” hesabı çıkmıştır.

Otorite, hakimiyet kavgası için halkın ve devrimcilerin kanını dökenler, bu hesaptan kaçamamıştır.
Sol içi şiddet sorununun çözümü kuşkusuz birçok etkene bağlı olarak şekillenecektir. Bunun her durumda geçerli bir reçetesi yoktur. Öncelikli sorun sol içi şiddetin ideolojik, politik kaynağıdır. En başta sol içi şiddete kaynaklık eden benmerkezcilikten rekabetçiliğe, siyaset yasakçılığına uzanan anlayışın ortadan kalkması gerekir. Her sol içi şiddet bu zeminde ortaya çıkmasa da, sorun bu yanıyla “yapısal”dır. Köklü ve kesin bir çözümün yolu, bu “yapısal” özelliğin değişmesidir.

Sol içi şiddetin çözümü konusunda da ısrarcı olduk. Sol’un bu konuda da olumsuz bir pratiği vardır. Sorunu çözmek yerine üstünü örtmüş, uzlaşmacı yollara başvurmuştur. Örgütler arasında ölümlerle sonuçlanan çatışmalar yaşanmıştır. Ancak, sonra sanki öyle bir olay hiç yaşanmamış gibi tam bir sorumsuzluk içinde olayın eleştirisi ve özeleştirisi yapılmadan geçiştirilmiştir. Bir yerde bu tavır sol içi şiddetin devamının zeminini oluşturmuştur.

Sol içi şiddetin önlenmesine yönelik önerilerimiz çoğu zaman dikkate alınmamıştır. Oluşturulan çözüm platformlarında da yine sorunu çözücü değil, geçiştiren, “büyütmemek” adına üstünü kapatan, oluşan platformları dağıtan olmuşlardır.

Dört ciltten oluşan “Sol’un Tarihinde Kara Bir Leke SOL İÇİ ŞİDDET” kitabı 12 Mart cuntasıyla silahlı devrim mücadelesinin fiziken tasfiyesinden sonra devrimci harketlerin tekrar mücadele sahnesine çıkışından bugüne yaşadığı sol içi şiddeti içeren olayları ve bu tarih boyunca sürdürülen ideolojik mücadelenin çeşitli yayın organlarımızda yayınlanan yazılardan oluşmaktadır.

Boran yayınları bu yanıyla tarihten ders çıkartmak isteyene “Sol’un Tarihinde Kara Bir Leke SOL İÇİ ŞİDDET” kitabıyla çok büyük bir miras bırakmaktadır.

Boran Yayınları

0 Reviews